OLASILIKSIZ, PASCAL VE DİN
İnanmak. İnsan mutlaka inanmalı mıdır? Hiçbir şeye inanmadan yaşanabilir mi mesela. Gördüğünün bir kedi olmadığına, anne babasının aslında gerçekte var olmadığına belki de kendi varlığına inanmamak… Bu kadar sorgulamak biraz ürkütücü gelmiş olabilir. Ancak insan sorgulamadan ve soru sormadan gerçeğe ulaşamaz. Araştırmak bunun ikinci basamağıdır. Elde iyi bir soru varsa söylenecek çok söz var demektir. Yani fıtri midir inanmak, doğuştan gelen bir kabiliyet midir? Geçmiş kavimlere bakıldığında yaratılışını sorgulamayan ve inanmayan bir kavim olmamıştır. Mutlaka bir inanç sistemi kurulmuş ve toplum sosyolojisinde yerini almıştır. Bireysel olarak inanmıyorum diyenler olmuştur belki ama genel anlamda din duygusu insanla birlikte var olagelmiştir.
Varlık felsefesi Varlık nedir? Varlığın özü, kaynağı nedir? Evrende amaçlılık var mıdır? Gibi soruları yüzyıllardır araştırmış ve kendine bir tanım oluşturmak istemiştir. Bir zamanlar felsefenin temellerini oluşturan kişilerden Descartes “Düşünüyorum o halde varım” diyordu. Ancak 1990 dan sonra yapılan araştırmalar düşünerek varlığın kanıtlanamayacağını ortaya koydu. “Descartes’in yanılgısı” diye bir kitap yazıldı. Ondan sonra “Hissediyorum o halde varım” denildi. Nörobilimin ilerlemesinden sonra ise artık gerçek tanım şu şekilde oluştu “İnanıyorum o halde varım”. İnsan çok aciz yaratıldığından yüksek bir güce inanma ihtiyacı vardır. Her zaman sağlıklı ve güçlü olmayacaksın. Tamam, tüm ihtiyaçların karşılanıyorken, taşı sıksan suyunu çıkarabilecekken, paran varken Allah’ı hatırlamıyorsun eğlence oyun ama bir gün işler ters gidiveriyor başlıyorsun yalvarmaya “Allah’ım yardım et” diye. Türk pop müziği sanatçılarından Serdar Ortaç gelir hep aklıma nedense. Televizyona bazen içki ve kumar bataklığına düştüğüyle ilgili haberlerle gelir, kumarhanede arkadaşlarıyla eğlenirken ki neşeli görüntüleri. Sonra aradan bir zaman geçer ki duyarız her şeyini kaybetmiş. Ve bir video çekmiş atmış sosyal mecralara Allah’ım ben ne yaptım. Gençliğimi boş yere harcadım, tövbeler feryat figanlar. Peki, eğlenirken neredeydi o Allah? Vel hâsıl derler ki “Düşen bir uçakta ateist bulamazsın.” Neden? Çünkü insan o anda aciz. İnsan aciz kaldığı anda inanma ihtiyacı hissediyor. Diğer zamanlarda o kişiler Allah’a inanmadıklarını yüksek sesle söyleyebiliyorlar ama mesela ölümle karşılaştıkları zaman, hastalıkla karşılaştıkları zaman, bir musibetle karşılaştıkları zaman bir anda inanacak bir dal arıyorlar ve o dala da inanç deniyor. İnanç acizlikle doğru orantılıdır dersek haksızlık etmiş oluruz. Bu biraz inanmayanların veya inanmak istemeyenlerin düşüncesi olabilir. Oysa inanç çok daha karmaşık bir olgudur. Mesela bir dinin tüm detaylarını bilmek o dini yaşamakla aynı anlama gelebilir mi? Bazen bilirsin ama yapmazsın. Demek ki İnanmak sadece akılla yani bilgiyle olmuyor. O halde işin içine duygu, his ve sezgilerin de girmesi gerekiyor. Sadece bilgi düzeyinde kalan içselleşmemiş bir inanç Müslüman bir toplumdaki çarpıklıkların ana nedenidir diye düşünüyorum. Ama adı Müslüman olan birinin yaptığı yanlışlar Müslümanlığı değil o kişiyi kirli ve lekeli kılar. İslam kutsaldır tertemizdir. İşte bazılarının falan hoca şöyle yaptı ben de o yüzden namaz kılmıyorum. İmamlar böyleyse ben o dinden değilim gibi altı boş kaçış cümlelerinin arka planında bilmemek yatmıyor aslında. Herkes her şeyi çok iyi biliyor. Ama uygulamaya gelince iş gerçekten farklı. Öğrendiğini yaşa bakalım denildiğinde karmaşa başlıyor ve insanların çoğu okuyarak öğrendikleri ve anladıkları dini işlerine gelmediği için uygulamaktan kaçıyorlar. Çok sivri olanlar bu kaçışı “ateistim, deistim abi” gibi sözlerle savuştururken çevresinden gelebilecek tepkileri göğüsleyemeyecek nitelikte olanlar da namaz kılmıyorum, oruç tutmuyorum ama elhamdülillah Müslümanım abi diyebiliyorlar. Şimdi sen Müslüman oldun mu? Yoksa bunun adı münafık mı? Sözlükte “olduğundan başka türlü görünmek” anlamındaki münâfık kelimesi “inanmadığı halde kendisini mümin gösteren” kimse demektir. Neyse çevremizdeki bu tipleri bir kenara bırakıp rota arayışındaki biri olarak matematik bizim inanç anlayışımıza nasıl bir katkı sağlayabilir şimdi ona bakalım.
Biz inanırsak mı matematiksel açıdan karlıyız yoksa inanmazsak mı?
Adam FAWER‘ın Olasılıksız isimli kitabında ünlü Fransız matematikçi Pascal‘ın hayatını dine adarken kullanmış olduğu olasılık hesabına değinilmiş.
Pascal beklenen değer teorisini kullanarak hayatını dine adaması gerektiğini kanıtlıyor. Her matematikçi gibi o da, bu soruyu bir formüle indirgeyerek çözüyor.
Öncelikle şunu sorguluyor:
Hangisi daha büyüktür?
a) Beklenen değer: Hedonizm yani fiziksel yaşamdan zevk alma
Ya da
b) Beklenen değer: Dini hayat, hayatı dini kurallara göre yaşama
Burada Pascal’ın iki seçeneği vardı. Ya bu dünyada kendini hiçbir dinin kurallarına bağlamadan tamamen zevklerine göre özgürce yaşayacak ya da bir dine mensup olup o dinin gereklerini yerine getirerek dindar bir hayat sürecekti.
Peki, bu seçenekleri tercih ettiğinde onu hangi olasılıklar bekliyordu?
Varsayım…
a) a1: Olasılık (ölümden sonra hayat yok) * (hedonizmden alınacak zevk)
a2: Olasılık (ölümden sonra hayat var) * (sonsuza dek cehennem)
Eğer beklenen değer olarak a şıkkını seçerse yani hayatını keyfine göre yaşarsa öldüğünde onu iki olasılık karşılayacaktı. Ya ölümden sonra bir hayat gerçekten yoktu, o zaman yanında dünyadan aldığı keyif ve lezzetler kalacaktı, yok olup gidecekti.
Ya da ölümden sonra bir hayat vardı ve ahiret hesabı onu bekleyecekti. Dini kurallara göre değil de keyfine göre yaşadığı için sonsuza dek cehennemde kalacaktı.
b) b1: Olasılık (ölümden sonra hayat yok) * (dinden alınacak zevk)
b2: Olasılık (ölümden sonra hayat var)* (sonsuz mutluluk)
Eğer beklenen değer olarak b şıkkını seçerse yani hayatını bir dine adayıp dindar bir yaşam sürerse yine onu iki olasılık karşılayacaktı. İlk olarak eğer dedikleri gibi ölümden sonra bir hayat yoksa elinde sadece dinden aldığı zevk ve dindar olarak yaşadığı günler kalacak, yok olup gidecekti.
İkinci olasılık olarak da ölümden sonra gerçekten bir hayat varsa dini kurallara uygun bir hayat sürdüğü için sonsuza kadar cennette kalacaktı.
Pascal’ın mantığı çok basitti: Eğer (a) (b)’den büyükse o zaman hedonizme devam edecekti, ama
eğer (a) (b)’den küçükse o zaman dindar olmalıydı.”
(Tabii ki inanç çıkarcı bir bakış açışıyla elde edilebilecek bir olgu değildir. Ama bu yazıyı “sadece mantığıma inanırım” diyen birinin sorgulayışları olarak değerlendirmelisiniz.)
“Birkaç varsayımda bulundu, örneğin, sonsuz mutluluğun değeri pozitif sonsuzdu ve sonsuza dek
cehennemin değeri de negatif sonsuz.
Sonsuz mutluluk = +sonsuz
Sonsuza dek cehennem =-sonsuz
Hedonizmi yani dünyayı zevklerine göre yaşadığında ne kadar keyif ve mutluluk alırsa alsın sonluydu ve sınırlıydı. Ölümle birlikte son bulan bir keyfin karşılığında sonsuz cehennem onu bekliyordu. Ve sonsuz kesinlikle sınırlı bir mutluluktan daha büyüktü.
Ama eğer dini bir hayat sürmeyi seçerse dünyada çok da kötü bir hayat onu beklemeyecekti. Yine yeme, içme, barınma, zengin yaşama, en kaliteli giyinme, bakımlı temiz olma gibi onun keyfine yetecek sınırlarda mutlu olabilecekti.Sadece dindarlığın getirdiği yükümlülüklere ve sorumluluklara katlanacaktı. Bunlar da aslında bir disiplin ve bir ritüel açısından düşünüldüğünde çoğu inançsız insanın yaşamlarında olan rutinlere benziyordu. Mesela inanmayan namaz kılmıyordu ama spora değer veriyor ve her gün düzenli spor yapabiliyordu. Bu onun düzeni olduğu gibi inanan da namaz kılıyor ve her gün belli saatlerde vazifesini icra ediyordu. Spor yaparken yoruluyordu insan ama zor gelmiyordu da namaza gelince mi zorlanmak oluyordu. Mesela inançsız biri keyfine göre yediği için hastalandığında doktor diyet yapması gerektiğini bildirerek onu sınırlayabiliyordu. Ama inançlı insan zaten oruç tutarak kendi bedenini doktora gerek kalmadan sınırlandırıyordu. Bu ve bunun gibi birçok değişken aslına bakılırsa inanan taraf için zorlanılacak, mutsuz bir yaşam değil aksine sağlıklı ve mutlu yaşanabilecek düzenli bir yaşamı vadediyordu. Ölümle hayat sonlansa bile çok da kötü bir hayat yaşanmış sayılmazdı. Hele bir de ölümden sonra yaşam varsa ve ahiret günü gelecekse işte o zaman dindar kişiyi sonsuz bir cennet bekliyordu.
(a) hedonizm = -sonsuz ve (b) din = +sonsuz
o zaman
(a) < (b) olduğu bariz bir şekilde anlaşılıyordu.
beklenen değer (hedonizm) < beklenen değer (dini hayat)
Özetle ölümden sonra insanın ruhunun yaşamasının veya her hangi bir şekilde bir hayat olmasının olasılığı ne kadar az olursa olsun, Pascal’ın dine bağlı bir hayat yaşamasından beklediği getiri, yine de dünyevi zevklerle hedonistik bir yaşam sürüp de sonsuza dek cehenneme girmeyi göze alacağı bir durumun getirisinden daha büyük çıkıyordu ve bu yüzden dindar olunmalı sonucuna ulaştı.
Acaba biz de hayatımızda hamlelerimizi yapmadan önce matematiği kullansak nasıl olurdu? Daha doğru kararlar, daha az hata ve daha mutlu bir hayat, neden olmasın.
sonsuz mutluluk > sonsuz cehennem
Din > hedonizm
özet= inanın,pişman olmayın.
Matematikbaba
|